I Shall Seal The Heavens - Diğer Hikayeler 1: Üvey Baba Ke
Diğer Hikayeler 1: Üvey Baba Ke
Batan güneş bulutları kırmızı ışıkla doldururken gökyüzünde yumuşak bir rüzgar esti. Akşamın parıltısı toprakları safran rengine döndürürken buğday tarlaları turuncu dalgalarla dalgalandı.
Her şey çok güzeldi.
Rüzgarla süzülen buğday sapları insanı hayretle dolduracak görkemli bir sahne yaratıyordu. Adeta göksel bir cennet gibiydi.
Buradaki topraklar, hasat etmesi çok kolay olan verimli arazilerdi. Sonuç tarımla uğraşan insanlar zengindi. Ölümlüler tarafından yerleşilmiş olan bu yerin nüfusu topraklara genişçe yayılmıştı. Burada yaşayan herkesin kendi konağı vardı ve kendi aileleriyle ilgileniyorlardı.
Yüksek toprakların birinde bulunan konakta bir baba oğul yaşıyordu. Oğlan çok iyi bir evlattı ve ailesinin zenginliği onun şımarmasına neden olmamıştı. Babasına gösterdiği saygı ve sevgi kıyaslanamazdı.
Babası çok yaşlı değildi, daha kırklarındaydı ama oldukça zengindi. Her günün şafağında avluya çıkıp gökyüzüne bakmayı yada buğday tarlalarını izlemeyi seviyordu. Akşamları tekrar bu sıcak akşam gökyüzüne bakıyordu.
O mutluydu. Bereketli araziler, ailesinin bolca yiyeceği olduğu anlamına geliyordu. Yine de onu en çok mutlu eden şey oğluydu.
Bütün komşuları onun oğlunun ne kadar vefalı olduğunu biliyordu; bu tavrı adeta kemiklerine ve hatta ruhunun derinliklerine işleyerek bir parçası olmuştu. Sanki zaman ve yere rağmen babasına olan sevgisi asla bastırılamazdı.
Bu adam Ke Yunhai, oğlu ise Ke Jiusi'ydi!
Ke Jiusi'nin derin arzusu sayesinde Meng Hao onların reenkarne olduktan sonra yine baba oğul olmalarını sağlamıştı.
Geçmiş hayatlarını çok hatırlamıyorlardı ama bu hayatta ikisi de çok mutluydu.
Bu hayatta ölümlü olmuşlardı. Ke Jiusi evlendiğinde büyük bir tören düzenlendi ve bütün arkadaşlar ve aile davet edildi. Bu tören günlerce sürdü ve konak heyecan ve hareketlilikle doldu.
Onlar için zaman geçti. Günler günleri kovaladı. Yıllar yılları.
Ke Jiusi büyüdü ve bununla birlikte ailede yeni bir nesil oluştu. Ke Yunhai yaşlandı. Ne kadar zaman geçse de konak daima sevgi ve samimiyetle doluydu. Ke Yunhai daima dışarı çıkmayı ve gökyüzüne bakmayı seviyordu. Bu alışkanlığını asla değiştirmedi.
"Dede, neye bakıyorsun?" Torunu sık sık bu soruyu soruyordu ve Ke Yunhai asla cevap vermiyordu. Daima gülümsüyor ve başını sağa sola sallıyordu. Ke Jiusi oğlunun saçlarını okşadı ama gözlerinin derinliklerinde cevabını biliyor gibiydi.
Yirmi yıl geride kaldı ve torun artık genç bir adam oldu. Ke Yunhai daha da yaşlandı ama gözleri her zamanki gibi netti. Hatta sanki artık geçmiş hayatını görebiliyormuş gibi öncekinden bile daha netti.
Bir gün torunu ona yine aynı soruyu sorduğunda iç geçirdi.
"Amcanı bekliyorum."
"Amcam mı?" diye sordu torun biraz şaşırarak.
"Hep içimde babanın bir küçük kardeşi olduğuna dair bir his duruyor. O çok uzun zaman önce gitti ve hala geri dönmedi." Ke Yunhai geçmişi düşünüyor gibiydi ama gözlerinin derinliklerinde canlı bir parıltı görülüyordu.
Torunu anlamamış olsa da Ke Jiusi anlamıştı. Onun gözleri de aynı şekilde parlıyordu. Bu... derin odaklanma parıltısıydı.
**
Bu dünyada yaşayan birçok insan Meng Hao'nun reenkarnasyondan sonra yeniden doğan eski arkadaşlarını ve ailesini barındırıyordu.
Meng Hao, Xu Qing ile birlikte ayrılmadan önce tüm bu insanları kontrol etmiş, gezegenleri birer birer ziyaret etmiş ve bütün bu tanıdık yüzleri kendi gözleriyle görmüştü....
Düşüncelere dalmış bir halde en sonunda Xu Qing'i yıldızlı gökyüzünde süzülen belli bir toprak kıtaya götürmüştü.
"Burada eski dostların mı var?" diye sordu Xu Qing kıtaya bakarak.
Meng Hao gülümsedi ve bir an kıtaya baktı. Gözlerinde anılar titreşirken konuştu, "Burada uğramam gereken birisi var. Asla unutamayacağım birisi. Ayrılmadan önce onu görmeliyim."
Kış vaktiydi. Güneş batıyordu, toprakları kırmızı ışığıyla aydınlatıyordu. Nazik bir rüzgar eserken Meng Hao ve Xu Qing belli bir konağın avlusunda belirdiler.
Görünüşe göre reenkarne olmuş Ke Yunhai Meng Hao'yu göremiyordu. Orada durmuş gökyüzüne bakarken Ke Jiusi ve torunu da ona eşlik ediyorlardı.
Meng Hao onlara baktı, ardından ileri yürüdü ve Ke Yunhai'nin önünde diz çöktü.
Onu göremeseler de Meng Hao yine de eğilerek başını yere dokundurdu. Zihni anılarla çalkalandı. Üvey Babasının antik Şeytan Ölümsüzü Tarikatında kendisiyle nasıl ilgilendiğini hatırladı. İlk kez yaşadığı o baba sevgisini anımsadı. O duygular şuan kalbini doldurmuştu.
Üvey babasının kendisiyle ilgilenişini asla unutmayacaktı. O zaman Ke Yunhai'nin kendisini Ke Jiusi sandığını düşünmüştü ama bu gerçek değildi.
Üvey Baba Ke'nin kendisi için hiçbir bedelden kaçınmayışını asla unutmayacaktı. Saçları yavaşça beyazlaşmıştı ve en sonunda ölmüştü. Meng Hao o son anda Ke Yunhai'nin başından beri kendisini Ke Jiusi sanmadığını anlamıştı.
Engin Genişlik'in dışında içine çekildiği illüzyonu asla unutmayacaktı. Üve Baba Ke Meng Hao'yu uyuşukluktan uyandırmak için kendini öldürmüştü.
Meng Hao secde ederken bu düşünceler zihninden geçti.
Yan tarafta duran Xu Qing olanları görünce durumu anladı. İleri yürüyerek o da gelini olarak onun önünde diz çöktü.
"Üvey Baba," dedi Meng Hao, "seni son kez görmeye geldim...."
Bu sözler ağzından çıktığı anda Ke Yunhai aniden aşağı doğru baktı. Gözlerindeki parıltı şiddetlendi ve gülümsedi.
Ke Jiusi de benzer bir tepkiyle yüzünde genişçe bir gülümseme belirdi.
Ke Yunhai'nin torunu, Ke Jiusi'nin geç oğlu onların gülümsemesi karşısında kafası karışmış gibi göründü.
"Hissedebiliyorum," dedi Ke Yunhai gülümseyerek. "Amcan burada...."
Yorum yaparken lütfen aşağıdaki kurallara uyunuz.