I Shall Seal The Heavens - Diğer Hikayaler 2: Chu Yuyan
Diğer Hikayaler 2: Chu Yuyan
Bahar vakti ve her yer karanlık. Belki de bunun sebebi gece vakti değil, kalbimin karanlıkla dolu olması.
Karanlıkta kalmayı seçtim. Gözlerimi açmak istemedim. Etrafımdaki dünyayı hissetmek istemedim. Kendi dünyamda yaşamak istedim. Uyanmak istemedim....
Yıllar önce önce onu ilk kez Reliance Tarikatı'nda gördüğümü hala hatırlıyorum ama hatırlamak istemiyorum! Onu düşünmek istemiyorum.
Bahar, her şeyin tekrar hayata döndüğü zamandır. Ama şimdi bahat gitti. Sıcak bastırıyor. Ustam, bir tıbbi hapın cisimleşimi, dahil herkesin konuşmalarını duyabiliyorum.... Yaz günlerini beni izlemekle geçirirken iç geçirdi.
Mor Felek Tarikatı'nda olup biten olayları düşünmek istemiyorum. Neden unutamıyorum? Neden? Neden...?
Şuan soğuk. Kış soğuğu değil, son baharın gevrekliği. Yağmur yağıyor. Yaşadığım dünya en ufak bir ışık zerresinin olmadığı bir karanlık. Her şeyi unutmalıyım. Neredeyse Reliance Tarikatını, ankayı, Mor Felek Tarikatını unutabilir gibiyim. Ama ne kadar denesem de Rüzgarlı Alem'de olup bitenleri unutamıyorum.
Neden unutması bu kadar zor...?
Her yer artık dondurucu soğuk. Dışarıda kar yağdığını anlayabiliyorum. Kar taneleri yere düştükten sonra tıpkı benim gibiler, soğuk ve hareketsiz. Ama kar taneleri en sonunda kendi evlerini buluyorlar. Onların aksine buradan nereye gideceğimi bilmiyorum.
Yıllar geçti. Zamanın hesabını tutamaz oldum. Rüzgarlı Alem'i unutmayı başarsam da Engin Genişlik gezegeninde olanları unutamayacağım. Dokuzuncu Tarikatı ve oradaki ustamı unutamam.
Zaman geçiyor. Karanlıkta kaybolmuş gibi hissediyorum. Ama sonra yanında bir ses duydum. Sanki birisi bana bakıyor. O kişiyi göremiyorum ama bakışlarındaki hüznü hissedebiliyorum.
Her şeyi unutmak istesem de Küçük hazine onun yüzüyle karışık ve onu unutamam. Kusursuz'u unutamam....
Ağlamak istiyorum ama gözlerim açılmıyor. Yüzümün kenarlarından gözyaşlarının düştüğünü hissedebiliyorum.
Günler geride kaldı. Yıllar. Zaman değişti ve ben ne kadar süre geçtiğinden emin değilim. Belki bin yıl. Belki on bin. Belki de on binlerce yıl.... Sesler artık bitene kadar yavaş yavaş kayboldu.
Sadece be kaldım. Yalnız başıma. Gecenin bir parçası. Karanlık tarafından kuşatılmış halde.
Zaman geçti. En sonunda düşündüğümde her şeyi unutabileceğim noktaya geldim. Ama sonra birisi gelerek boğuk bir sesle kulağıma konuştu.
"Aptal kız, gerçekten de her şeyi unutabileceğini mi sanıyorsun?"
Bu ses ruhuma kadar işleyerek titrememe neden oldu. Unutmuş gibi yaptığım bütün anılar aniden gün yüzüne çıktı. Aslında hiçbirini unutmamıştım.
Hatta şuan hepsini sanki ruhuma işlenmiş gibi daha net anımsıyordum.
Ben Chu Yuyan!
**
"Ben... Unutamıyorum," dedi yumuşak bir sesle. Gözlerini açtığında yanaklarından yaşlar süzüldü. Dünya artık karanlık değildi. Önünde yaşlı bir adam duruyordu. Yüzü kırışıklıklarla doluydu ve onu tanımadı. Fakat onda tanıdık bir şeyler vardı, sanki onu geçmiş bir hayatından biliyor gibiydi. Sanki en sonunda onunla karşılaşmak kaderiydi.
"O zaman unutmaya çalışmayı bırak," dedi yaşlı adam, sesi demiri bile dilimleyecek kadar kararlıydı. "Benim adım İmha. Tao'mu sayısız devir önce kazandım. O zamandan beri hayatımı cevaplar arayarak geçirdim. Onları hala bulamadım, bu yüzden Kainat'ın derinliklerinde aramaya devam edeceğim.
"Aptal kız, çırağım olmak ister misin?
"Eğer olursan seni yanımda Kainat'ın derinliklerine götürebilirim.
"Yolda... o kişiyle karşılaşabilirsin...."
Chu Yuyan gözlerini kapattı ve uzun bir an yattı. Ardından gözlerini açtı ve tabuttan dışarı çıktı.
"Selamlar, usta," dedi dizlerinin üstüne çökerek.
İmha ona gözlerinde içtenlik dolu bir bakış attı.
Yıllar önce, kendi Tao'sunu ararken en sonunda başarmıştı. Fakat geriye kalan tek şeyi Tao'suydu. Yol boyunca her şeyden vazgeçiş, her şeyi feda etmişti. Odaklanmış kalsa da asla memleketinin yok oluşunu, eski dostlarının ve ailesinin, her şeyinin kayboluşunu unutamamıştı.
Meng Hao'nun çağında birçok insanın hayatını gözlemlemiş ve onu etkileyen tek kişi kendisine geçmişten belli birini anımsatan bu kız olmuştu.
Chu Yuyan ile Meng Hao arasında olup bitenleri gördükten sonra nihayet buraya gelip ona yardım etmeye karar vermişti.
Uzun bir an geçti. İmha gülümsedi ve ardından elbise kolunu fiskeledi. Gökyüzünde harap bir gemi belirdi. Bir adım attı ve gemiye bindi. Chu Yuyan bir an etrafındaki dünyaya baktı ve ardından onu takip etti.
Gemide aynı zamanda soğuk suratlı, siyah cübbeli genç bir adam da vardı. Chu Yuyan'a baktı ve başıyla onayladı, ardından gözlerini kapatarak meditasyona geri döndü.
"Gidelim," dedi İmha. "Kainat'ın derinliklerine."
Gemi en ufak bir ses çıkarmadan hareket etmeye başladı. Uzayı delerek Kainat'a doğru ilerledi ve orada bulunan sayısız dünyanın ışığıyla yıkandı.
Chu Yuyan gemide oturdu ve uzun bir an sonra yeni ustasının kendine söylediği sözleri düşündü, unutmaya çalıştığı o kişiyle tekrar karşılaşacağını.
"Eğer onu görürsem... ilk diyeceğim şey ne olmalı?" gergin bir şekilde düşündü.
Gemide zaman farklı işliyordu.
Oradaki bir ay Meng Hao'nun var olduğu bir devre eşitti.
Ne kadar zaman geçtiğini bilmek imkansızdı. Bir gün Chu Yuyan aniden geminin dışından birinin sesini duydu.
"Yoldaş Taoistler, yolculuğunuza karımla birlikte eşlik edebilir miyiz?"
Bu ses kulağına girdiği anda titredi ve gerilmeye başladı.
"Çırak, gemide yeni konuklarımız var. Lütfen onlara iki bardak şarap getir."
Chu Yuyan derin bir nefes aldı. Sakin kalmaya çalışarak dudağını ısırdı ve içeriden ayrıldı. Dışarı adım attığında şaşkın Meng Hao'yu ve yanında duran Xu Qing'i gördü.
"Kıdemli Kardeş Fang Mu, Xu Qing abla, buraya sorun çıkarmaya gelmedim," dedi. "Bu benim ustamın gemisi ve ustam beni burada istedi."
Güzelliği sebebiyle gülümsemesi ışıl ışıldı.
Gergin olduğundan biraz da sertti. Hatta bu yüzden... sanki gizemli bir gülümsemeyi andırıyordu.
Yorum yaparken lütfen aşağıdaki kurallara uyunuz.