I Shall Seal The Heavens - Bölüm 1546: Günahkarların Toprakları Ortada Kalmayacak!
Bölüm 1546: Günahkarların Toprakları Ortada Kalmayacak!
Meng Hao eylemlerine sözleriyle eşlik etmedi. Sadece adamın kafasını yere vurmaya devam etti. Adam çığlıklar atarken gerçek formu yavaş yavaş ortaya çıktı. Bir Sel Ejderhası vücuduna sahipti ama kuyruğu yoktu. Adeta bir çeşit yılanı andırıyordu. Meng Hao gümbürtülerle adamın kafasını 15. kıtada devasa bir delik açmak için vurdu.
Yabancının kemikleri ezilmişti ve kanı çekilmiş, hayat kuvveti tamamen kesilmişti. Bu noktada Meng Hao nihayet durdu. Yabancının ruhunu çıkarttı, ayağa kalktı.
O anda 15. kıtanın Yabancılarının yüzleri tamamen bembeyaz olmuştu ve beyinleri allak bullaktı. Dehşet ve umutsuzluk onları tamamen kuşatmıştı.
Onlar için Meng Hao yıldızlı gökyüzündeki en dehşet verici varlıktı.
9 Özlü Paragonlar tüm 33 Gök'e en tepeden bakan kişilerdi. Ama içlerinden en üstün olan 9 Özlü Paragon, Göklerin kudretine sahip bir figür çığlıklar içinde Meng Hao tarafından alev denizine atılmaktan kaçamamıştı. Vücudu yanarak hiçliğe karışmış ve ruhu sonsuza kadar kalmak üzere alevlere dalmıştı.
Siyah rüzgardaki diğer Yabancı vücudu adeta binlerce bıçak tarafından soyulmuş gibi tarifsiz bir acı yaşadı.
Boynundan kavradığı üçüncüsünü yine aynı şekilde yere durmaksızın vurarak bütün Yabancıların kalplerini titretti.
Özellikle yukarıda, 16'dan 33'e kadar bütün kıtalar görünmüyordu. Görünen tek şey içinde sayısız ruhun işkence gördüğü bir alev deniziydi.
Ruhların çığlıkları aşağıdaki Yabancıların kalplerine kadar erişiyordu ve onların endişeyle titremelerine neden oluyordu.
En kötüsü de Dağ ve Deniz Alemi savaşına katılmış olanlardı. Özellikle bu kişiler şiddetli ve derin bir korku içindeydi. Birçoğu daha önce Meng Hao'yu görmüştü, savaşa şahit olmuştu ve sayısız Dağ ve Deniz Alemi gelişimcisinin ölümünü izlemişti. Meng Hao kirlenerek Ölümsüz'den Şeytan'a dönüşmüştü. O zaman kafasını geriye atarak delice gülmüştü. Bu sahne, karşılarındaki soğuk, acımasız kişi ile birer bir uyuşuyordu ve onun gözleri cinnetle alev almıştı.
15. Gök'ten yalvarma sesleri yükseldi ve özellikle aşağıdaki kıtalar buna dahildi.
Mutlak bir korku içindelerdi. Meng Hao için bu intikamdı. Onlar için bir katliam, kıyımdı. Meng Hao ve onun arkasındaki korkunç orduya karşı hiçbir şansları yoktu.
Birçok umutsuz Yabancı Meng Hao'nun gelişim merkezinin sadece elini sallayarak bütün 33 Gök'ü silebilecek ve bütün Yabancıları ruh ve bedenen yok edebilecek kadar güçlü olduğunu fark etmişti.
Ama bunu yapmıyordu. Daha vahşice bir yöntemle kendini tutuyor, onları toz olana kadar yavaşça eritiyordu.
Bu dehşet verici bir yöntemdi.
Meng Hao sessizce durdu. Birinciden on beşinci Gök'e kadar her yerde bağırışlar duyuluyordu. Bu Meng Hao için tanıdık bir şeydi. Çok tanıdıktı. Eskiden Dağ ve Deniz Alemi yok edildiğinde de böyledi.
Umutsuzluk aurası tıpkı Dağ ve Deniz Aleminde olduğu gibiydi.
“Sıradaki,” diye mırıldandı, gözleri öldürme arzusuyla titreşiyordu, “sanırım bu Yabancıları ölümüne savaşmaya zorlamalıyım.
”Eskiden Dağ ve Deniz Alemine nasıl davrandıysanız bugün de aynısı olacak.
“Bu adil değil mi...?” Ölümünü gördüğü onca insanı düşününce sanki onların hayaletleri, Dağ ve Deniz Alemi için ölen kahramanların hayaletleri etrafını sarmış gibiydi.
Meng Hao kahkaha atarak on beşinci kıtaya adım attı. Engin Genişlik Okulu gelişimcileri onu takip etmeye hazırlanırken elini durmaları için kaldırdı.
Bu noktada Meng Hao başkalarının karışmasına istemiyor gibiydi. Kutsal duyu yayılarak bütün 15. Gök Yabancılarını kapladı ve aynı zamanda yan taraftan ikinci bir versiyonu adım attı. Ardından bir tane daha ve bir tane daha derken sayısız klon ortaya çıktı.
İlk önce 100,000. Ardından 1,000,000. Ardından 10,000,000. Daha sonra on milyonlarcası.... Sonu görünmüyordu. Aniden kıtadaki her bir Yabancı için bir Meng Hao ortaya çıkmıştı.
Birkaç nefeslik sürede Meng Hao'nun klonları bütün kıtayı doldurdu. Ardından her klon uzandı ve gelişim seviyesi yada çabası fark etmeksizin birer tane Yabancıyı boynundan yakaladı.
Yabancılar merhamet dilendi ve umutsuzlukla bağırdı. Bunu duyan birisi adeta cehenneme geldiğini düşünürdü. Ama Meng Hao için bu intikamın sesiydi.
“33 Gök'ten nefret ediyorum. Bu topraklardan ve içinde yaşayanlardan nefret ediyorum!” Meng Hao gözlerini kapatırken klonları aniden ellerini sıktılar.
Sessizlik oldu. Klonlar Yabancıların boyunlarını kırmamıştı. Onları havada tuttular ve gelişim merkezi güçlerini onlara akıtarak vücutlarının içinde bir yıkım başlattılar.
Yabancılar titrediler ama boğazları sıkıldığı için çığlık atamıyorlardı. Mücadele ederken vücutları eğilip büküldü ama hiçbir faydası yoktu.
Yukarıda Engin Genişlik Okulu ordusundan şaşkınlık sesleri geldi. Yöntemlerine bakınca Meng Hao'nun nefretinin inanılmaz bir seviyeye geldiğini hissetmişler ve afallamışlardı.
Gerçek anlamda anlamalarına imkan yoktu. Dağ ve Deniz Alemindeki şok edici ve vahşi savaşa katılmamışlardı. Dağların yıkılışını yıldızlı gökyüzünün çöküşünü görmemişlerdi.
Ölümlü dünyasındaki sayısız insanın Yabancılar tarafından katledilmesini izlememişlerdi. Erkekler. Kadınlar. Yaşlılar. Gençler. Hepsi de acımasızca katledilmişti.
Meng Hao o zamanlar gördüklerini unutamazdı ve savaş sırasında ölümlülere uygulanan soykırımı affedemezdi. Ölümlüler de Dağ ve Deniz Aleminin bir parçasıydı ve hepsinin cesetlerini hatırlıyordu. Hatta hamile kadınlar ve bebekleri bile. Sayısız ceset.
En iğrenci ise Yabancılar tarafından insanların nasıl yendiğini görmekti.
“Bu vahşilere daha kötüsünü bile yapsam yine hafif kalır.” Meng Hao gözlerini asla açmadı. Klonları 15. Gök'te kan çiçekleri açana kadar Yabancıları ezmeye başladı.
Bütün Yabancılar öldürülmüştü. Vücutları yok edilmiş ve ruhları Meng Hao tarafından yok olmadan önce toplanmıştı.
Ruhlar daha sonra Gök ve Yeri çığlıklarıyla inletecekleri alev denizine gönderildi.
Alev denizi acıyla yanan sayısız ruhla dolmuştu. Şuan yaşadıkları şey hayatları boyunca yaşamadıkları bir tecrübeydi.
“Günahkarların toprakları ortada kalmayacak,” dedi gözlerini açarken. O anda on beşinci kıtadaki bütün klonlar ortadan kayboldu.
En sonunda ayağını yere vurdu.
Bir gümbürtüyle birlikte tüm kıta yıkılarak 14. kıtanın üstüne yağan bir toz ve moloza dönüştü.
Aşağıda binalar yok oldu ve oyuklar oluştu. 14 kıta sarsıldı ve Yabancılardan çığlıklar yankılandı. Tamamen umutsuzluk içinde çıldırmaya doğru gidiyorlardı ve Meng Hao'ya öldürme arzusuyla bakarak dövüşmeye hazırlanıyorlardı.
Böyle bir umutsuzluk içinde bulunan 14. kıta Yabancıları zihinlerinde oluşan şiddetli baskının getirdiği kaosla otomatik olarak gerçek hislerini açığa vurdular.
“O yıl Dağ ve Denizden sadece birkaç pisliği öldürdüm. Eğer bir hayatım daha olsaydı kesinlikle daha fazlasını öldürürdüm!”
“Hahaha! Dağ ve Deniz Alemi savaşında düzinelerce gelişimciyi ezip geçtim ve hatta koca bir ölümlü krallığını katlettim. Ayrıca onların kalplerini de yedim. Şimdi düşününce tadı çok güzeldi!”
“Dağ ve Deniz Aleminin kadın gelişimcileri harika gelişim damarı oldular ve tatları da enfesti! Savaştan sonra birçoğunu eve köle olarak getirdim. Çok zayıf olmaları kötü oldu çünkü en sonunda ölüp gittiler.”
Meng Hao bu sözleri duyunca gözleri soğudu ve cani aurası taştı.
Konuşmadı. Sadece parmağını üzerine doğru gelen figürlere doğru salladı.
Yorum yaparken lütfen aşağıdaki kurallara uyunuz.