I Shall Seal The Heavens - Bölüm 1587: ####
Bölüm 1587: ####
Meng Hao, Engin Genişlik'in dışındaki bölgeyi uzun süre aradı. En sonunda, Yücegök'ün ortaya çıkmamasının nedeninin Meng Hao'ya yakın olan herkesin zaman kısıtlaması yaşamasını görmek istemesi olduğunu anladığında acı acı güldü.
Meng Hao Dokuzuncu Dağ'a geri döndü. Orada yeni doğal kanunlar bulmak ve laneti kırmak için çılgınca çalıştı. Xu Qing onun bu halini görünce kalbi acıyla doldu ama yardım edebileceği bir şey yoktu. Sadece ona sessizce eşlik etti.
"Zaman sınırlı...." diye mırıldandı. "Çünkü reenkarnasyon yok. Hayat sona eriyor...." En sonunda onunla alakalı olanların öldükten sonra reenkarne olamadıklarını fark etmişti.
Zaman aktı. Beş yüzyıl daha geride kaldı. Meng Hao'nun Dağ ve Deniz Alemi Lordu olmasının üzerinden bin yıl geçmişti. Bu bin yılda çabaları sonucu onu tanıyanlar giderek azalmıştı.
Bininci yılda Paragon Deniz Rüyası tekrar öldü. Onun ölümü Meng Hao'nun kalbine büyük bir darbe indirdi. Sessizce durarak cesede baktı ve avucunda titreşen ruh ateşi ondan kalan tek şeydi.
Hemen bu ruh ateşini alarak mühürledi ve yumruk büyüklüğünde bir buz kütlesine dönüştürdü. Bu bir ruh tohumuydu... Paragon Deniz Rüyası'nın ruhu ölmeden hemen önceki anısından çıkarılmıştı.
Geçen bin yılda Meng Hao ancak bu yöntemi bulabilmişti. Ölüleri ruh tohumlarına dönüştürüyordu ve laneti kırdıktan sonra reenkarnasyon döngüsüne geri göndermeyi umuyordu.
Deniz Rüyasının ayrılışı Li Ling'er'i derinden yaralamıştı. Bin yıl geçtikten sonra artık o da yaşlanmıştı.
Paragon Deniz Rüyası'nın cesedi Meng Hao'nun acı bir iç geçirmesine neden oldu. Yıllar önce herkesi hayata geri döndürmüştü ama şimdi lanetin etkisinin yayılışını izlemekten başka bir şey yapamıyordu.
Paragon Deniz Rüyası öldükten sonra Meng Hao Dokuzuncu Dağ'a geri döndü. Orada ruh tohumlarını sakladığı özel bir buz dağı yaratmıştı. O anda on binlerce ruh tohumu vardı ve buraya daha binlercesinin geleceğini tahmin etmek zor değildi. En sonunda daha fazla insan ölecek ve hayatta kalan tek kişi o olacaktı.
Bu düşünce onun kalbinin korkuyla irkilmesine neden oldu. Xu Qing'in kollarına sararak uzaklara baktı. Ata Aleminde olmasının bir önemi yoktu, hala bir şey yapamıyordu.
Zaman geçmeye devam etti ve Meng Hao Engin Genişlik'in dışına ikinci kez çıktı. Durmaksızın aradı, öncekini gelişinden çok daha büyük bir azimle bütün detayları inceledi. Fakat en sonunda Yücegök'ü bulamadı.
En nihayetinde Engin Genişlik'in dışındaki yıldızlı gökyüzünde kalakaldı. Sanki Yücegök'ün soğuk nefretle dolu kahkahasını duyabiliyordu.
Biraz daha orada kaldıktan sonra Dağlar ve Denizlerin yıldızlı gökyüzüne geri döndü. Fakat Dokuzuncu Dağ'a gitmedi. İradesinin içinde birisinin kendisini Engin Genişlik Gezegenine çağırdığını hissetmişti.
Ortadan kayboldu ve tekrar ortaya çıktığında Engin Genişlik gezegenindeydi. Aşağıda yayılan bir çölün ortasındaki bir vahada bir kadının yukarı baktığını gördü. Afallamış gibiydi ama hemen dizlerinin üstüne çöktü.
"Selamlar, Şeytan Hükümdar."
Meng Hao aşağı indi ve onun önüne geldi. Kadın artık yaşlıydı ve hatta bir 9 Özlü Paragon olmasına rağmen üzerindeki çürüme aurasını gizleyemiyordu. O, Ölümsüz Bai Wuchen'di.
Eskiden Meng Hao'dan kendisini Engin Genişlik'in dışına, evine götürmesini istemişti.
Şimdi onu çağırmıştı, başını eğerek sözünü hatırlatıyordu....
"Engin Genişlik'in dışında harabeden başka bir şey yok," dedi Meng Hao sessizce. Kadına itimat etmiyor değildi. Ama ne yazık ki Bai Wuchen'in hafızasındaki şey bir illüzyondu.
Ölümsüz Bai Wuchen bir an sessiz kaldıktan sonra dişlerini sıkarak kafasını kaldırdı. "Harabe yada değil, gitmek istiyorum!"
Meng Hao bir an gözlerini kapattı, ardından iç geçirdi. Gözlerini açarak elini salladı ve Bai Wuchen'in yanında bir burgaç belirdi. Hemen burgacın içine adım atarak Engin Genişlik dışına hareket etti.
"Kendin gör," dedi Meng Hao. "Eğer geri dönmek istersen beni çağır." Meng Hao vahada bir an durarak Bai Wuchen'in ortadan kaybolduğu yere baktı. Ardından dokuzuncu kıtaya ve Dokuzuncu Tarikata doğru baktı. O sırada bütün ilginin merkezinde, en yüksek kulede duran genç bir kadın vardı. Tarikat boyunca çanlar çalıyordu.
Bu genç kadın Kusursuz'du.
Meng Hao ona sıcak ve sevgi dolu gözlerle baktı. Kusursuz geçmişini biliyordu. Meng Hao bin yıl önce onu ziyaret ederek her şeyi anlatmıştı.
Ona bir seçim şansı vermişti: Dokuzuncu Tarikatta kal yada onunla birlikte Dağ ve Deniz Alemine geri dön.
Kız orada kalmayı seçmişti.
Meng Hao bin yıl boyunca bizzat Engin Genişlik gezegenine gelmese de sürekli iradesiyle Kusursuz'u kontrol etmişti.
Onu her gördüğünde Engin Genişlik gezegenindeki Mor Felek Tarikatı'nda bulunan tabutta uyumakta olan bir kadın aklına geliyordu.
Dünyanın zirvesinde duran kızına doğru baktığında özellikle kasvetli bir görüntüye büründü. Ardından kızın gülümsediğini görünce o da gülümsedi. Bu uzun bir an süren yalnız bir gülümsemeydi. En sonunda döndü ve oradan ayrıldı.
Zaman geçti. Bin yıl daha geride kaldı.
O ana kadar Meng Hao'nun Dağlar ve Denizler yıldızlı gökyüzünü kuralı iki bin yıl geçmişti. Onca zaman sonra çok az kişi onu hatırlar hale gelmişti. Tıpkı Meng Hao'nun gelişim dünyasında yükseliş yaptığı zamanki gibi bir durum olmuştu. Çok az kişi yıldızlı gökyüzünün iradesinin aslında bir isme sahip olduğunu biliyordu. Meng Hao.
Binlerce yıllık süreçte lanetin gücü giderek artmıştı. Birer birer geçmişten diriltilen gelişimciler ölmeye başlamıştı.... İlk bakışta sanki ömürleri sona ermiş gibi görünse de ve doğal ölümler gibi bakılsa da Meng Hao onların aslında çok daha fazla yaşamaları gerektiğini biliyordu. Ve sonsuza kadar yaşayamayacak olsalar da en azından reenkarnasyon döngüsüne gireceklerdi.
Ama şimdi sadece tek bir hayatları vardı.
Meng Hao sık sık, eğer onları diriltmeseydi ne olacağını düşünmeye başlamıştı. Ama en sonunda onları diriltmeseydi bile yine de reenkarnasyona giremeyeceklerini fark etti.
Bu lanetin gücü Meng Hao'nun nihayet Yücegök'ün zirve zamanında ne kadar güçlü olduğunu kavramasını sağlamıştı.
Neyse ki onları diriltmişti. Neyse ki ölmeden önce onlarla biraz zaman geçirme fırsatı olmuştu. Neyse ki onların ruh tohumlarını alabilmiş ve buz dağına yerleştirmişti. Giderek büyüyen ruh tohumu koleksiyonuna her baktığında içini bir acı dalgası alıyordu....
Bir yıl Li Ling'er gözlerini kapattı ve bir daha asla açmadı.
Bir yıl, saçları ayaz gibi bembeyaz olan Zhixiang ömrünün sonuna geldi....
Li Ling'er gözlerini kapattığında Meng Hao ve Xu Qing onunla birlikteydiler. O, Li Klanının tek hayatta kalan üyesiydi. Geriye kalanların hepsi Choumen Tai ile gitmişlerdi. Savaş zamanında bile o daima Dağ ve Deniz Aleminde kalmayı seçmişti. Burası onun eviydi.
Asla bir Taoist partneri olmamıştı. Yalnız ölmüştü.
Xu Qing ağladı. Onun saçları grileşiyordu ve derisi kırışmıştı. Li Ling'er'in elini tuttu ve gözyaşları adeta çiçek yaprakları gibi derisine düştü.
Yorum yaparken lütfen aşağıdaki kurallara uyunuz.