I Shall Seal The Heavens - Bölüm 1589: Yabancılarla Dolu Aynı Manzara
Bölüm 1589: Yabancılarla Dolu Aynı Manzara
Gittiler.... Herkes gitmişti.
Meng Hao aniden gözle görülü biçimde yaşlandı. Sessizce Dokuzuncu Dağ'a, son derece yaşlanan Xu Qing'in yatağının başına gitti. Ona baktı.
"Neden... gitmemem izin vermiyorsun...?" dedi yumuşak, boğuk bir sesle.
Meng Hao ürperdi ve cevap vermedi. Onu kanıyla besleyerek hayatta tutmaya devam ediyordu.
Xu Qing uyumak istedi. Meng Hao onu izlerken gözleri kan çanağına dönmüştü. Uzun bir an sonra döndü ve odadan dışarı yürüdü. Bakışlarını gökyüzüne diktiğinde gözleri bir alamet gibi ışıldadı ve bir kez daha sevdiklerini ruh tohumlarından daha uzun süre hayatta tutabilecek bir yol aramayı denedi.
Üç yüzyıl geçti ve Hap Şeytanı öldü....
O anda kurumuş bir tıbbi hapa dönüştü ve bu onun ruh tohumuydu. Bu sahneyi görünce geçmişte yaşadıkları aklına geldi ve ağlamaktan kendini alamadı.
Tıbbi hapı dikkatlice buz dağına yerleştirdi, Xu Qing'i kontrol etti ve başka bir çözüm bulmak için kehanet hesaplamaları yapmaya devam etti.
İki yüzyıl sonra Dong Hu'nun zamanı geldi....
Ölmeden önce Meng Hao'ya bir inci verdi ve tüm hayatı boyunca onu beslediğini açıkladı. Onu başka birisi için hazırlıyordu ve o başkası Meng Hao'ydu.
İnci Meng Hao'nun önünde süzülürken papağan dışarı çıktı. Ne papağan ne de et peltesi son binlerce yıldır asla ortaya çıkmamışlardı. Meng Hao'nun hüzünlü haline baktıklarında onlar da kalplerinde aynı hüznün yükseldiğini hissettiler. Ne yazık ki yardım edebilecekleri bir şey yoktu.
Papağan inciyi aldı ve onu bakır aynanın belli bir noktasına yerleştirerek kaynaşmalarını sağladı. Parlak ışık yandı ama Meng Hao buna dikkat etmedi.
"Gittiler," diye mırıldandı. "Hepsi gittiler...." Kehanetine geri döndü.
Zaman geçti. Bin yıl daha geride kaldı. Bu noktada Meng Hao'nun yıldızlı gökyüzü lordu olmasının üzerinden yedi bin yıl geçmişti. Bu yedi bin yılda asla topluluğa kendini göstermemişti. Çoğu kişi onun ismini unutmuştu ve onu hatırlayanlar ise Meng Hao'nun yıldızlı gökyüzünden ayrıldığını düşünmeye başlamıştı.
Çoğunlukla insanlar bazı bireylerin normal olmayan şekillerde ölüyor olduklarının farkında değildi. Fakat bunun farkında olan Jin Yunshan ve Engin Genişlik gezegenindeki diğerleri vardı.
Tamamen emin değillerdi ve tahminlerini sesli dile getirmeye cüret edememişlerdi. Kalplerinde hırslar yükseldi ama onları bastırdılar ve beklemeye devam ettiler.
Dağ ve Deniz Aleminde, Dokuzuncu Dağ'da Xu Qing ölümün eşiğine gelmişti artık. Meng Hao'nun kanıyla bile artık daha fazla sürdüremeyecekti. İşin doğrusu onun çok uzun zaman önce ölmüş olması gerekiyordu.
Tam bu noktada Meng Hao Patrik Reliance'ın nasıl kendi isteğiyle derin uyku haline girdiğini düşündü ve aniden yeni bir fikir buldu. Dağlar ve Denizlerin yıldızlı gökyüzünün dışına seyahat etti ve geri döndüğünde Xu Qing'in yanında uzunca bir süre gözleri kapalı durdu. Uzun bir süre sonra gözlerini açtı.
"Qing'er," dedi sakince. "Gözlerini kapat ve uyu.... Seni yankında uyandıracağım." Bununla birlikte uzandı ve elini onun alnına bastırdı.
Xu Qing gülümsedi ve gözlerini kapattı. Ölmemişti. Meng Hao kendi Özü'nü çekerek gücünü onun içine akıtırken Xu Qing nefes almaya devam etti. Yavaş yavaş antik görünüşünden genç haline geri döndü. Çok göçmeden o eski güzelliğine tekrar kavuştu.
Aynı zamanda Meng Hao'nun elinden onun vücuduna buz gibi bir soğukluk geçti. Çatırdama sesleriyle birlikte buz katmanları oluştu. Yavaş yavaş buz onu tamamen bir tabut biçiminde kapladı.
Xu Qing orada, tabutun içinde mühürlenmiş bir şekilde uyuyordu.
Bu Meng Hao'nun bulduğu nihai yöntemdi, reenkarnasyona gönderilmek için bekletilen ruh tohumu yönteminden farklıydı. Binlerce yıllık alamet hesaplamalarının ardından bunun en iyi yöntem olduğu sonucuna vardı. Kendisi için son derece külfetliydi ve Gök Mühürleme büyüsüyle birleştirilmiş sayısız doğal kanun kullanılmıştı.
Meng Hao... Xu Qing'i lanetten ayırmıştı!
Buz kullanarak tabut büyüklüğünde ufak bir dünya yaratmıştı. Bu tabutun içinde uyuyanlar lanetin etkisinden muaf olacaklardı.
Bu yöntem kendi Tao Özü'nü ve içinde var olan dünyayı gözlemlemesinin de sonucuydu. İnsanları içindeki bu dünyaya alarak lanetten ayırmak istemişti ama olmamıştı. O Ata alemindeydi ama içindeki o dünya tam değildi.
Buz tabutun içindeki Xu Qing'e baktı, ardından Dokuzuncu Dağ'da ebeveynlerinin yaşadığı yere gitti.
Dünyada sevdiği sadece onlar kalmıştı.
Buz mührüyle ilgili planını açıkladıktan sonra ebeveynleri sessizce durdular. Uzun bir sürenin ardından birbirlerine baktılar, ardından Meng Hao'ya bakarak başlarını sağa sola salladılar.
Bu şekilde yaşamak istememişlerdi. Hayatlarını birlikte sona erdirmeyi tercih edeceklerdi. Onca yıllık beraberliğin ardından şuan her şeyden memnundular.
Meng Hao'nun mutlak zirveye yükselişini izlemişlerdi ve pişmanlıkları yoktu.
Meng Hao ikna etmeye çalışırken en sonunda babası sinirlenmeye başladı. Meng Hao sessizliğe büründü. Ebeveynlerinin son kararını verdiğini söyleyebilirdi. Sonraki yıllarda Dağ ve Deniz Aleminde onlarla olabildiğince zaman geçirmeye çalıştı. Bin yıl daha geride kaldı.
En sonunda Meng Hao ebeveynlerinin Dağ ve Deniz Kelebeğine dönüşmesini, ardından yavaş yavaş yok olmalarını dolu gözlerle izledi. Fakat kelebek ortadan kaybolmadan önce Meng Hao'nun gözleri kararlılıkla yandı. Sağ eliyle bir büyü hareketi uyguladı ve Tao Özü'nün gücü fışkırdı. Bölgeyi soğukluk doldurdu ve çatırdama sesleri duyuldu. Göz açıp kapayıncaya kadar bölge tamamen buz içine mühürlendi.
Donmuş Dağ ve Deniz Kelebeği bir tabut şekline bürünene kadar küçüldü ve Meng Hao onu dikkatlice aldı.
Ebeveynlerinin reddetmelerinin sebebinin onun Öz gücünü harcamasını istememesi olduğunu biliyordu. Onlara yardım etmek isterken kendisine zarar verebileceğinden endişelenmişlerdi.
Oğulları için her fedakarlığı yaparlardı. Kararlarının sebebi buydu.
Ama Meng Hao da ailesi için aynı durumdaydı. Onlar hayatındaki en önemli insanlardı ve bu yüzden kendi kararını vermişti.
Dağ ve Deniz Kelebeğinin buz tabutunu Xu Qing'in yanına koydu. Bu iki tabut hayatında kolayca ayrılamayacağı insanları barındırıyordu.
Hüzün, acı ve yalnızlık dalga gibi yükselerek onu tamamen sardı. Sessizce oturdu ve her zamanki gibi zamanın geçmesine izin verdi.
Orada bin yıl kadar oturdu. Şuan yıldızlı gökyüzünün lordu olmasının üzerinden on bin yıl geçmişti. En sonunda ruh tohumları ve tabutların üzerine koruyucu mühürler yerleştirdi, ardından dışarı yürüdü ve Dağ ve Deniz Alemine baktı. Şuan ona her şey yabancı geliyordu.
"Mavi denizlerin verimli araziler oluşunu izledim," diye mırıldandı. "Yabancılarla dolu aynı manzara...."
Yorum yaparken lütfen aşağıdaki kurallara uyunuz.