I Shall Seal The Heavens - Bölüm 1590: Yalnızlık
Bölüm 1590: Yalnızlık
Yıllar geçmişti. Bin yıl. İki bin yıl. Üç bin yıl.
Beş bin yıl hızla geçip gitti.
Meng Hao'nun asla toplumda görünmeden geçirdiği on bin yılın ardından ismi sonraki nesiller tarafından büyük oranda unutulmuştu.
Dağ ve Deniz Aleminin bütün eski nesli toprağa geri dönmüştü ve şuan yaşayan neredeyse hiçbir canlı Meng Hao'yu duymamıştı bile.
On bin yılda ölen sadece Dağ ve Deniz Alemi insanları değildi. Yıldızlı gökyüzünün Engin Genişlik Okulu gibi başka yerlerinde de gelişimciler öldü fakat buralardaki etki dile getirilmemişti.
Dağlar ve Denizlerin yıldızlı gökyüzünde şuan yıldızlı gökyüzünün kendi iradesine sahip olduğunu bilenler bile çok azdı. Hatta insanlar on bin yıl önceki Meng Hao ve Yücegök arasındaki savaşı anlatmayı bile bırakmıştı.
Hatırlayan çok çok az bir grup vardı ama çoğu Paragondu. Meng Hao'yu onlara bağlayan Karma çok güçlü olmadığından ve inanılmaz gelişim merkezleri sayesinde lanetin gücü onları ciddi olarak etkilememişti.
Binlerce yıl sonra Kusursuz'un ömrü nihayet sona ermişti. Meng Hao onun ruhunu aldı ve buz dağında mühürledi. Bu buz dağı Meng Hao'nun tüm hayatının anılarını barındırıyordu. Umursadığı herkes, bütün iyi şeylerin hepsi oradaydı. Bu buz mağarası aynı zamanda onu zayıf noktasıydı.
Zamanının çoğunu anıların eşliğinde bu buz dağının eteğinde oturarak geçiriyordu.
Ara sıra Dağ ve Deniz Aleminin dışına gitmişti. Fakat her seferinde işler ona daha da yabancı geliyordu. Adeta artık bu dünyanın bir parçası bile olmadığını hissetmeye başlamıştı.
Farkında olmasa da içinde sadece tek bir kelimeyle tarif edilebilecek bir şey birikiyordu. Yalnızlık. Ve o giderek güçleniyordu.
Yıldızlı gökyüzündeki en güçlü varlıktı ama yalnızlık hissi giderek güçlenmeye devam ediyordu. Asla yaşlanmayacaktı ama gittikçe yorgun hissetti.
Vücudu yaşlanmıyordu ama kalbi yaşlanıyordu. Ve bunu değiştirebilecek durumu yoktu.
Yıldızlı gökyüzünde yıllar birbirini takip etti. Meng Hao adeta bu yılların kendisini geçip gittiğini hissetti. Tek yaptığı oturmak ve zamanın akışını izlemekti. Yıldızlı gökyüzündeki canlı varlıklara baktı. Nesillerin gelip geçişini izledi. Yetenekli ve becerikli bireylerin yükselişini gördü. Diğer insanların insanlık dışı olarak seslendiklerini gördü. Yeni güçlü uzmanların kendilerine isim yaptıklarını gördü.
Dağ ve Deniz Alemi zenginleşmeye devam etti. Artık lanetin izini taşıyan çok az kişi vardı. İnsanlar Meng Hao'yu unuttukça onları ona bağlayan Karma da zayıflıyordu. Çoğu hala sınırlı ömre sahip olsa da Dağ ve Deniz Alemi gibi bir değerli hazine de yaşadıkları için gelişim hızları inanılmaz yükselmişti.
Dokuz Dağlar ve Denizlerde doğal kanunların temeli Şeytan Mühürleyiciler Birliği'nin dokuz büyük Nazar büyüsüydü. Bu yüzden Tao Alemi'ne ulaşmak çok daha kolaydı. Hatta on bin yılda sayısız sıradışı gelişimci doğmuştu. Kendi nesillerine özgü gelişim teknikleri yaratmışlar ve aynı zamanda birçok yeni kutsal beceri icat etmişlerdi.
Binlerce yıldır Dağ ve Deniz Alem gelişimcileri daima Dağlar ve Denizler yıldızlı gökyüzündeki en büyük güçlerden biri olarak görülmüşlerdi. En sonunda birçok gelişimcinin kalbinde vahşi hırslar büyümeye başladı. Tam olarak ilk zamanının söylemek zordu ama en sonunda genişlemeye ve yıldızlı gökyüzünde başka hayat formlarına boyun eğdirmeye başladılar.
Meng Hao bu olanları izledi. Savaşların yapıldığını gördü. Hata bazen savaş alanında dolanarak Dağ ve Deniz gelişimcilerinin öldüğünü, diğer canlıların öldüğünü gördü. Akan kanı izledi ve kokuyu algıladı.
Tüm bunları hiçbir şey yapmadan izledi. Hiçbir tarafa yardım etmedi ve kesinlikle dövüşmedi.
Bu, Dağ ve Deniz Alemi gelişimcilerinin seçtiği yoldu ve müdahale edilmeyecekti. İşlerin tam olarak nasıl bu yöne döndüğünden ise Meng Hao emin değildi.
Dağ ve Deniz Alemi savaşlar yaptıkça insanları güçlendi. Birçok kritik durumla karşılaştılar.
Meng Hao için bunların hiçbiri önemli değildi. Umursadığı herkes gitmiş, onu Gök ve Yerde tek başına bırakmışlardı.
Bir yıl Dağ ve Deniz Alemine çıktığında adeta yaşlı bir adam gibi görünüyordu. Onun geçişini kimse tespit edemeyecekti, alemde yeni yükselen Paragonlar bile.
Hedefinde Güney Gök gezegeni ve Mor Felek Tarikatı vardı. Yıldızlı gökyüzünde Meng Hao'nun umursadığı sadece birkaç şey kalmıştı. Bunlardan birisi yavaş yavaş zayıflayan Patrik Reliance idi. Diğeri ise Mor Felek Tarikatında derin uykuda olan, uyanma fikrine direnen bir kadındı.
Meng Hao Chu Yuyan'ı ne zaman düşünse ifadesi daha da sertleşiyordu.
Güney Gök gezegeninin gökyüzünü kara bulutlar doldurdu. Kar düşmeye başladı ve kar taneleri aşağıdaki çeşitli ölümlü krallıklarda birikerek tüm dünyayı beyaza döndürdü.
Aşağıdaki halka açık bir anayollardan birinde gece vakti bir at arabası gidiyordu. Arabanın içinde yağ lambası ışığında kitap okuyan bir bilgin vardı.
Meng Hao yukarıda durarak kar yağışını izledi ve arabanın anayolda ilerleyişini izledi. Bilgine baktı ve istemsizce aklına Zhao Eyaletindeki o karlı gecede yaptığı seyahat geldi.
İç geçirdi ve ardından Mor Felek Tarikatı'na doğru yola devam etti.
Sayısız öğrenciyle dolu Mor Felek Tarikatı Güney Gök gezegeninin en görkemli ve ünlü tarikatıydı. Bu tarikatın içinde bir zamanlar Kutsal Topraklar adı verilen bir dağ bulunuyordu.
Bu dağın bir zirvesi yoktu, düzdü. Orası sayısız yıldır kısıtlı bir bölge olarak kalmıştı. Mor Felek Tarikatı'ndan tek bir kişi bile oraya adımını atamamıştı. Tarikatın ilk kuralları arasında kimsenin oraya gitmemesi vardı. Mor Felek Tarikatı'nın birçok öğrencisi içeride ne olduğuna dair tahminler yapmıştı ve sayısız dedikodu ortaya çıkmıştı.
Bu hikayelerden bazıları güzel ve bazıları habisti. Tüm bu dedikodular yüzünden o dağ en gizemli yerlerin başında geliyordu. Nesiller boyunca gelişimciler bu dağın etrafında nöbet tutmuştu ama tam olarak neyi koruduklarından habersizlerdi.
Tek bildikleri şey kimsenin zirveye tırmanmasına izin yoktu. Eğer deneyen olursa yolun yarısından sonrasında ilerlemenin imkansız olduğunu fark edecekti. Aynı şekilde aşağıdan dağın yukarısına doğru bakıldığında tek görülen dalgalı çarpılmalardı.
Yıllar önce Dağ ve Deniz Aleminin en güçlü Paragonlarından birisi oraya antik bir değerli hazine gömüldüğü sonucuna varmıştı. Hatta bir ordu toplayarak dağa hazineyi almaya gitmişti.
Fakat Paragon bile dağın yarısından sonrasını geçememişti.
Bu yüzden dağ Kutsal Topraklar olarak değil, bir kısıtlı bölge olarak anılıyordu. Aynı zamanda orası tüm Dağ ve Deniz Alemindeki en gizemli yerdi.
Meng Hao dağın altında belirdi ve yukarı doğru baktı. Buraya ilk gelişi değildi. Xu Qing gittikten ve diğer herkes öldükten sonra ziyaret etmişti.
Bu aslında üçüncü gelişiydi. Sessizce adımlayarak dağa tırmanmaya başladı. Onu kimse göremeydi yada varlığını tespit edemedi. Zirveye doğru adım adım yavaşça yürüdü.
Yorum yaparken lütfen aşağıdaki kurallara uyunuz.